APTAL
İlk yazdığım kısa hikaye olması dışında okunmaya değer olmadığı ve uygunsuz ifadeler içerdiğini belirtmem gerekir.
Yine bir buluşmaya geç kaldım. Aptal herif, alarm kurmak bu kadar zor muydu? Sanki bir durum komedisinden çıkmışçasına var olan sokaklarda, koşarak yetişmeye çalıştığım bir buluşma vardı ve ben yüzük haricinde herhangi bir şey almamıştım, eğer salak bir kitapta ya da bir filmde olsaydık önümde birdenbire oldukça ucuz bir çiçekçi belirirdi ama bu o hikayelerden değil. Neden elimde taşıdığımı bilemediğim yüzüğü ceketimin iç cebine attım. Heyecanlıydım, evlenecektim. Hayallerimdeki kadınla evlenecektim. Harika bir gün olmalıydı, önce yemeğimizi yemeliydik sonra ona evlenme teklif edecektim, ufak bir yürüyüşten sonra yanından geçeceğimiz bardan iki şişe bira alacağız. Son olarak da onu harika manzarası olan bir tepeye götürüp alnından öpeceğim. Yepyeni bir hayat kuracağız, çocuklarımız olacak, belki bir kızımız olur, belki iki. Tanrı, umarım yanımdasındır. Bu yaşadıklarımı görmeni, pes etmeyeceğimi bilmeni istiyorum, senden tek dileğim hayatıma bir daha ayak basmaman...
* * *
Bunları düşünerek koşuyordu sokaktaki yabancı tipli garip herif. Heyecandan ellerini sıkıyor. İki saniyede bir ceketini düzeltiyordu ama her zaman yaptığı bir hata vardı, sormuyordu. "Nasıl" diye düşünemiyor, anı anında yaşamak isteyen çocuklar gibi bir oraya bir buraya zıplayıp duruyor, kendi başına kendi getirdiği olaylar içinse beni suçluyordu. Aptal yaratık diye düşündüm. Sürekli onu izlemek istemiyorum ama galiba tanrı olmanın yanında getirdiği sorumluluklar var. Keşke geçmişimi hatırlayabilseydim, ne kadar da acınası bir tanrıyım. Bir annem varsa bile gurur duyabileceğini düşünmüyorum. Yarattığım her varlık kendi kendini öldürüyor ve benden nefret ediyor. "NEDEN" diye bağırdım boşluğun ortasındaki ışığın önünde. Tanrı olmak zorunda değildim, bu boşlukta öylesine yalnız bulunabilir, kendi düşünce mastürbasyonumu kendime saklayabilirdim. Boş konuşmanın manası yok, şu anda bu yaratığı izliyorum ve bu yaratığı izlemeye devam edeceğim.
* * *
Restoranın hemen önündeyim. Ellerim bomboş ve kupkuru, aksi yönden yüzümden akan terler 3 kadeh doldurur üstüne 3 tur daha dönerdi. Ayaklarım heyecanıma yenik düşüp çapraz basmaya başlamıştı. Sakinliğimi korumalıydım, sol arka cebimdeki naneli şekerlerden bir tanesini alıp damağıma fırlattım ve çapraz adımlarla restorana doğru yürümeye devam ettim. Adımlarım biraz sonra sevinçten yerlere dökülecek kalbimin artçı depremlerini tetikliyor, vücudumdaki her organ ve uzuv tir tir titriyordu. Restoranın kapılarını aralayıp içeriye baktığımda oturmam gereken masada kimsenin oturmadığını fark edip rahatladım. O da geç kalmıştı ama anlam veremediğim şekilde bacaklarım titremeye devam ediyordu. Masamız restoranın tam ortasında kadifiye yastıklarla kaplı sandalyelerin yanı başında, lükslüğünü ifade edemeyeceğim kadar iyi dizayn edilmişti. Sağ tarafıma doğru attığım bir bakışla güzeller güzeli sevgilimi ve düğünden çıkmışçasına harika duran elbisesini gördüm. Ben ona aşıktım ve tanrı buna karışamazdı. Garsonlardan birine masa numarasını sordu, genç tipli oldukça yakışıklı garson tipli herif ona masaya kadar eşlik edeceğini söylermişçesine bir hareket yapıp sol koluyla benim masama doğru bir yol çizdi, O beni siklemez bakışlarıyla masaya doğru geliyor, garson da onun hemen arkasında yavaş adımlarla ilerliyordu. Masanın dibine girdiğinde garson elini kolunu sallayarak bu masanın kadının söylediği masa olduğunu belli etmiş olacak k-
" Neden? "
* * *
Çocuğun gözleri açılmıştı, etrafına bir kez daha baktı. Boktan bir bar taburesinin üstünde yanında genç bir fahişe ve barzo bir herifle duruyordu. Dışarıya baktığında sis basmış rutubetli sokaklar ve sökülmüş rögar kapağı taşıyan bir çocuktan başka bir şey göremiyordu. Üzgündü, çünkü benden kaçmak için kullandığı haplarını şeker sanmış, ağzına atmış ve kendine acı gerçeği göstermişti. Elini ceketinin içindeki cebe atıp yüzüğü çıkardı. Boş gözlerle üzerinde 3 tane elmas olan küçük yüzüğe ve ona takılı gelen bir sürü kuyumcu çöpüne baktı...
* * *
Ölümcül günahlar işlediğim suçların yanına yaklaşamaz düzeyde, hatırlıyorum. Bana karşı ağlayan anneyi hatırlıyorum. Ben, ben bu değilim... B-ben bu kadar kötü olamam. İğrencim. Buna katlanmalı mıyım? Bunlar gerçeklerse- önümdeki barzo herif beni dev elinin arkasıyla yere ittirip kadınla birlikte oturduğum tabureye oturdu. Düşünmeye bile zamanım yoktu, kötü geçen günleri daha da kötüleştirmiş. Tanrı dedikleri o salak tavşandan kaçmak istemiştim ama yine, yine aynayı karşımda buluyor ve tekrar unutuyorum. Ölmeliydim, son hareketim kendimi öldürmek olmalıydı.
* * *
Suçlarıyla ıslanmış, ceketinin iç ceplerini karıştırırken bir sigara bulmayı bekledi. Yoktu. Düştüğü yerden elleri ve omuzları yardımıyla kalkan yabancı kafasını asla kaldırmıyor yere paralel şekilde yürüyerek boş bir tabure arıyordu, bir an için düşündü. Ona yapılanı neden başkasına yapmasın ki. Tek bulması gereken ondan kat kat güçsüz, çelimsiz bir insan evladıydı. Kafasını kaldırdı, önündeki kadına baktı. Çok güzeldi, ittirmeye değmeyecek cinsten bir kadındı, kadının yanındaki taburede oturan çirkin kaltağı adamın yaptığı şekilde ittirmeye çalıştı. Olmadı, bu sefer elini çevirdi ve bir daha yüksek bir güçle gerildi, kapşonlu fahişeye hem büyük bir tokat hem de yere uçuş bileti vermiş, tabureye kendisi oturmuştu.
* * *
Ah şu kadınlar yok mu? Cezbedenler, şehvetin umut bulduğu bedenler. İçlerinde gezmek isterdim her birinin. İğrenç, iğrençleşmemeliyim, tanrı beni izliyor değil mi?
Kadının kafasını yukarıya doğru çevirdim ve “Aah benim tatlı Juliet’im” diye bağırdım barın ortasında. Garip olan yaptığım hareket değil, kafasını tuttuğum kadın harici kimsenin dönüp bir kere bile bana bakmıyor oluşuydu. Yüzü garip bir hal aldı tedirgin gözleri korktuğunu simgeliyordu fakat neden? Yüzüm yüzünden mi? Aynada iyi görünürdüm oysaki.
* * *
"HAYIR" dedim kulağının içine fısıldayarak. Sen aptal bir et yığını olduğun için senden korkuyor.
* * *
Sağımda bir soğukluk hissedip arkamı döndüğümde karşımdaki ışıl ışıl sarı parlayan gereksiz ışık kaynağı kesinlikle tanrıydı. Hem en yakın dostum, hem de pedofili amcam gibiydi, kendini benden her ne kadar soyutlamış olmaya çalışsa da benimle birdi. Tanrı bendim. Tanrı oydu. Tanrı bizdik.
* * *
"HAYIR” dedim tekrardan. Bu sefer ellerim ve kollarım vardı. Yakasından tutup yüzünü masaya vurarak kırmak istesem de beni buncasına kıran bir insan nasıl en yakın dostum olabilirdi. "Sen", “Sensin” dedim küçük ve kalın bir sesle. Sen kendini benden soyutlayamayan aptal herifin tekisin. Ayrıca sadece bu durum için de değil, çocukluğundan beri. BENİ SUÇLADIN, oysaki ben, ben kimdim ki. Daha ne yapacağını bile bilmeyen aptal bir yaşam formundan ne beklemeliydim.
* * *
O noktada her şey açıktı. İkimiz de kendi gayeleri olmayan, salak et parçalarından ibarettik, o oyuncağı alındığı için şikayet eden küçük tatlı ağlayan çocuk. Ben de oyuncağı çalındığı için çalan çocuğu döven zorbadan başka bir şey değildim. Aynı onun gibi ben de insanları önemsemiyor, bağ kuramıyor ve sevemiyordum. Tabiatım buna izin veremezdi, tanrıydım ama hiç bir şey yaratamamıştım. Kapıyı kendime hedef biçip yürürken tanrıya dokunmayı aklımdan bile geçirmedim. Kapıya doğru dümdüz yürüdüm, dışarıya çıktım ve hemen önümde duran başka bir bara doğru adımlarımı atmaya başladım.
Küçüklüğümden itibaren bana aptal gözüyle bakan insanlarla büyüdüm. Belki de bu kadar baskı yüzünden niteliksiz bir tanrıydım. Şuan da ayıktım ama 10 yıldır sokaklarda sarhoş gibi atıyorum adımlarımı.
Ayyaşlığıma gerçeklik katmak için de olsa hafif bir yalanla önümdeki barlardan birine girdim. Amacım alkol alıp ölmek değil, sadece biraz sarhoş olup tuvaletlerde biriyle karşılaşırsam onu şehrin ortasında kalan bölgedeki döküntü fakat normalden daha fazla kira verdiğim aptal apartmanıma götürür, şarap ve peynir açar ve sadece fakirlerin ilgilendiği elit filmlerden konuşuruz ya da klasik müzik falan dinleriz...
Bir an için yerdeki su birikintisine bakıp kendimi gördüm. Boş hayallerdi bunlar, tuvalette tanıştığın bir insanla sevişir ve onu sanki plastik bir hayvanmış gibi orada bırakırsın. Kendime acıyorum, sanki bunca zamana kadar beni yönlendiren bir ses varmış ve o ses gittiğinden beri kendini kaybetmiş çocukça düşüncelere dalan Sokrates’ten farkım kalmamıştı, ama ne olmuştu? Hangi kıvılcım içimdeki kömür dolu vagonu bu denli yerle bir etmişti. Daha 18'ine kadar oyunlar ve filmlerden başka hayatı olmayan bu çocuk nasıl şu an bu noktada bacaklarını kontrol edemeyecek düzeye gelmişti. "Hatırlamak elimde değil" diyerek tüm bunlardan kaçabilirim aslında fakat bu kadar kolaya kaçacak kadar korkak birisi de değilim. Yaşadım değil mi? Yaşamış olmalıyım.
* * *
"BEN YAŞADIM" diye bağırdı sokakta gördüğünüz herkese yabancı gelen o kişi. Önündeki barın kapılarını oldukça sinirli bir şekilde araladı, beni arıyor orası belli. Ama "Neden?" diye sormuyor hiç kendine. Her gün zaten içindeki herkesi tanıdığı barlara girip yeni insanlar bulmaya çalışıyor. İçiyor ve ben yok olup gidiyorum...
* * *
"APTAL" tavşan yine konuşmaya başladı galiba. Dikkatini ver bu benim hikayem ve benim istediğim şekilde bitecek! Önümdeki tabureye oturup 2 shot tekila istedim. Adam parayı önden almak istediğini aksi takdirde shot bardaklarını kafamda kıracağını söyledi. Elimi cebime atar gibi yapıp önümdeki hatunun çantasından para araklayabilir miydim? Denemeye değer miydi? Soru sormanın vakti değil eğer yakalanırsam iki şekilde de karlı çıkmalıyım. Barmenin uzaklaşmasını bekleyip sol elimi masanın arka tarafına yakın tuttum. Sağ elim kadının çantasının dibindeydi. Yavaş davranmama gerek yoktu, masanın arkasında bir şişe bira ve para. Tek istediğim bu iki "APTAL" kartel malıydı. İki elimi kontrol edebilecek kadar hızlı değildim. Şişeyi alırken ses çıkarmamıştım ama kadın çantasına dokunduğumu fark etmiş olacak ki içinden 10 dolarlık bir banknot çıkarttığım çantasını geriye çekti, barmen olayı çakmadan dışarı çıkacaktım. Planım buydu. Elimdeki parayı olabildiğince hızlı şekilde cebime sıkıştırıp öbür elimdeki şişeyle kapıya doğru yöneldim. Vücudumun kamburluğundan olsa gerek dudağımı kapıya çarpmış ve yaralamış belki de o yüzden o kadar hızlı kaçabilmiştim. Şişenin ne olduğuna bakabilecek kadar uzaklaştığımda yere oturup üstündeki etikete baktım. "Bira" yazıyordu fakat o kadar italik ve süslenmişti ki içeceğim şey belki de biraya benzer toz kahveden farksızdı. Mantıklı cümleler kuramıyorum, kafam allak bullak. Elimi cebime attığımda 10 dolarlık banknotun arasına bir şey sıkıştığını fark ettim, "Uyuşturucu" belki de bu kadar süredir aradığım şey budur. Paketin içindeki 5 veya 6 hapın hepsini bira şişesinin içine attım.
* * *
İşte bu noktada aşmaması gereken noktayı aşan yabancı elindeki bira şişesine yarını yokmuşçasına dikerek ayağa kalkmış, soluna dönmüş. Çukur kaldırımlar ve ıslak asfalt dolu sokaklarda yürüyerek kendi Azrail’inin hazırlanmasını bekliyor, yavaş ve ayyaş adımlarla hayatının sonuna doğru yol katediyordu.
* * *
Arkamda bıraktığım bar içerisinde arabesk müziğin çaldığı ahlaksız tuvaletlerin mekanıydı, insanlar bir kadın kaldırıp sevişmek için giriyorlardı bu bara. Seks, sokakların ana yapısıdır, varlığını duyurmanın tek yanı olabildiğince çok kadın kaldırmak ve ahlaksız tuvaletlerde onları becermektir.
Bardan yanından yavaş ve asabi adımlarla yürüyorum, yerler yeni yağlanmış kadar kaygan -arada sırada çiseleyen yağmurdan kaynaklı olsa gerek- ayakkabılarım sağ olsun, ayyaş halime rağmen bu kaygan zeminde kambur ve doğru şekilde yürüyebiliyorum. Sağ cebimdeki telefonuma bağlı olan kulaklıktan bir ses duymaya başladım, sağ elimde içkinin ve paranın arasından çıkan -her ne sikim olduğunu bilmediğim- "APTAL" haplar yüzünden bir acı hissediyorum. Sol elimi sağ cebime sokmaya çalışırken cebimdeki telefonum ve ona bağlı olan kulaklığım koskoca kaldırımların ortasındaki tek çamurlu noktaya düşmüş ve kulaklığım baştan aşağıya kirlenmişti. Onu yerden almak için eğilirken etrafta duvarlara yaslanmış ellerinde sigara tutamayacak kadar fakir olan binlerce fahişe olduğunu fark ettim, telefonumu aldım ve bugün içtiğim "APTAL" alkol ve aldığım hapların beni hiçliğin ortasında oldukça varoş, kadehlerin üstünde hamamböceklerinin yuva yaptığı kartel sokaklardan birine getirmişti. Birazcık önümde öylece duran çöp kutusuna baktım, amaçsız duruyordu. Sinirlendim, nasıl öylece durup işlevini yerine getirebilirsin ki? Ya "APTAL" bir makinesindir ya da ucuz bir fahişe. Ayağımı sağlamca geriye çektim. Yüzümü sıkılaştırıp gözlerimi çattım. Gerilip öne doğru sağ ayağımı savurdum. Dikeldiğimde çöp kutusundan dökülen tek şey izmarit ve bir kaç tane bira şişesiydi. Yağmur yine çiselemeye başladı...
Üstü yarısı bitmemiş izmaritlerle dolu "APTAL" kaldırımlara değiyor "APTAL" ayakkabılarım, "APTAL" ne kadar da güzel bir kelime değil mi. Bana o eski aptal günlerimi hatırlatıyor. Cümleye "APTAL" diye başlamak her seferinde insanın içine huzur pompalıyor. Bak mesela yine sokaktaki kırmızı ışığı yanmayan, eski, paslanmış metalden yapılmış trafik lambasının yanına oturmuş maskarası akan ucuz "APTAL" bir fahişe yere boş boş bakıyor. Bir an olsun gözümde çıplak belirdi, ne de çirkin bir fahişe diye düşündüm. İğrenç, iğrenç bir insanım. Yerimde durdum, yağmur yağmaya başladı. Elimi cebime attım. Telefonuma bağlı olan yıpranmış ve üzeri leke dolmuş kulaklığımı çıkartıp sağ kulağıma taktım. Şarkı çalmıyordu, yazılım güncellemesi bildirimi gelemeyecek kadar eski telefonumu cebimden çıkartıp içindeki şarkılardan birini açtım, hangi şarkı olduğunun önemi yok, bir şey çalsın yeter. Yine adımlarımı sayarak atmaya başladığım noktaya gelmiştim. "APTAL" cüzdanımı çıkartıp "APTAL" paramı aldıktan sonra oturan fahişeye doğru yürümeye karar verdim, parayı işaret ve baş parmağımın arasına sıkıştırıp kadına doğru eğildim. Kadın ona yardım edeceğimi düşünerek gülümsedi. Dediğim gibi "APTAL" bir fahişe, ona parayı uzattığımda bana karşı kaşlarını çattı ve yüzüme oldukça dramatik bir tokat attı, ayağa kalktı ve uzaklaştı. Param, ıslak asfaltın üzerine düşmüş yavaş yavaş yıpranıyordu. Yere yatay biçimde yattım. Gözümün bitişiğindeki izmarit ve onun biraz önündeki parama bakakalmıştım sanki sanatsal bir başyapıt gibiydi. Kapşonumun inmesiyle yağmur damlalarının kafama hücum etmesi bir olmuştu. Damlaların ritimsel sesi ve önümdeki baş yapıt benim için güzel bir ninniden ya da ağır bir romandan farksızdı. Gözlerimi kapatmaya teşebbüs dahi edemezdim. Gözlerimi sonuna kadar açtım. "APTAL" olayların sonucunda çıkan bu "APTAL" başyapıta zihnimde boyun eğdim, ardından tek gelen şey, ölüm ve onun türevleri olmuştu.